Sanat Sanat İçinde
Sanat Sanat İçinde
Kainatın varoluşundan beri ne kadar inanç, yaşayış biçimi varsa nerdeyse hepsinde
başlangıcı olan bir şeyin bir de sonu vardır görüşü hakimdir. Mühim olan başlangıç ve son
arasındaki zamanı nasıl ve hangi amaçla değerlendirildiğidir. Hangi amaç için
değerlendirilirse değerlendirilsin hepsinin ortak noktası düzen ve ahenk içinde bir sanat
eseri gibi olmasıdır. Başlangıcı olan yaşamın bir tuval olarak gördüğümüzü düşünelim bir
an için … Ressam kim olurdu ? Yaşamın kaynağı mı ? Yaşamın sunulduğu beden mi ?
Kainatın yaratılışından beri bu neden-sonuç ilişkisi süregelir. Tanrı inancı insanların
yarısını itaate götürürken diğer yarısı kendini , yaşamı , düzeni , ahengi sorgularken bulur.
Hangisinin haklı olduğunu neye göre belirleyeceğiz ? Sorgulamalı mıyız yoksa koşulsuz
itaat mi etmeliyiz ? Her soruda ikiye ayrılan ağaç dalları gibi bu sarmal da uzar
gider.Şöyle bir geriye yaslanıp bu sarmala baktığınızda ise ilk başladığınız yer bir ağaç
gövdesi iken , her sorudan sonra ikiye ayrılan sarmal düzenli ve ahnege uygun tam bir
sanat eseri olmuştur . Şimdi kafanızı karıştıracak asıl soru ? Sarmalı siz sorgularken mi
oluşturdunuz yoksa oluşturmanız için mi yaşam sunuldu size ?
Kimine göre yaşamın kaynağı , kimine göre ise yaşamın sunulduğu bedendir
ressam.Sanırım her ikisi de doğru cevaptır.Nasıl ki hidrojen atamo olmadan oksijen
atomları tek başına suyu oluşturamıyorsa yaşamın kaynağı ve yaşamın bahşedildiği
beden de tuvalin üzerine tek başına eser oluşturabilecek yetenekten yoksundur . Ressamın
eline fırça ve boya verebiirsiniz fakat bu onu sanatçı yapmaz . Sanatçı olması için
renklerin tonlamasını , nerde durup nerde renk değiştireceğini , güneşin batışındaki
kırmızılığı hepsini en azından bir kere görmüş ve tecrübe etmiş olması gerekir . Tam da
bu noktada yaşamın kaynağının kendisi girer devreye . Herhangi bir saatte güneşin
doğuşunu izlemeniz için bir sebep vermişse ruhunuza o tuvale en doğru tonu bulmanızı
istediği içindir.Aldığınız nefesten tutunda , balkonunuzda suladığınız çiçeklerein
yapraklarına kadar sanatın içindesinizdir. Belki de insana en az ekmek kadar su kadar
lazım olan tek şey…Yaşamın asıl amacı bir şey yaratabilme hevesidir.Hatta tabiri caizse
yaratma açlığıdır.Çünkü insana doğa üstünde diğer canlılara bahşedilmeyen en büyük
özellik akıl bahşedilmiştir.Düşünen biri sorgular , sorgulayan biri tatmin edici cevaplar
ister , cevap alamadığı noktada at gözlüğünü çıkartıp geniş bir pencereden zamanın akışını
yakalar ve ya yakaladığını düşünür.Bu noktada ise bir şey yaratma açlığı baskın gelir.Asıl
yaratılan fikirdir . Ancak bir fikiri öpemezsiniz veya onun yanında fotoğraf
çektiremezsiniz , beğenip salonunuza asamaz ve ya açık arttırmayla satamazsınız .Bu
yüzden yarattığınız fikiri somutlaştırmak için derin bir çabaya girmek kaçınılmazdır. Tam
bu noktada fikirin insanla kan bağını sağlayan sanat devreye girer. Bir kolu yoktur sanatın
. Adeta Fibonacci sayı dizisi gibi her kol bir başka kol ile farklı bağlantı kanalları
oluşturur. Kimisi kelimeleri kafiyeler kullanarak yansıtır fikirlerini , kimisi korku dolu bir
anını boyalar kullanarak anlatır. Kimi insan melodilerden öteye gidemezken kimisi sadece
kendinin duyduğu ritimlerle dans ederken bulur kendini . Hepsini sanat ile görünmez bir
kelepçe ile bağlanmış gibidir. Bir kere yolları kesişmişse bir daha kopmayan bir bütünün
parçası haline gelirler. Sanatın tek bir kişiyi değil de bir zümreyi ortak çatıya topladığı
durumlarda çokça görülür . Toplumsal olayları anlatırken , herhangi bir kişiyi eleştirirken
sanatın farklı bir çok dalına denk geliriz zamanın akan kum tanelerinde . Peki insanın
sanata ihtyacı var mıdır ? Çok kesin bir evet diyebiliriz bu soru için . Bu ihtiyaç öyle
birkaç yüzyıllık bir ihtiyaç da değil hani , ilk insanlara kadar uzanan uzun bir serüvenin
giriş kapısıdır sanat . Sanata yani bir fikiri , bir durumu , anlık bir hissi ihtiyaç duyulduğu
için mağara duvarlarında çağlar öncesine ait çizimler bulunmuş ve bulunmaya devam
ediyor. O resimlerdeki mızraklı bir avcı , geyik avladığında belki de yavrusunun açlığını
giderdi diye sevinerek çizmiştir geyiğinin ölüşünü . Kim bilebilir ? Zamanda biraz ileri
gelelim.. Sümerliler yazıyı bulurken bu yazını ilerde bir aşkı anlatacak şiire döküleceğini
nerden bilebilirlerdi ? Bu noktada anlıyoruz ki sanatın en büyük yoldaşı bilim . Fikirlerin
sanata dönüştüğü her yol ayrımında bilim sanatı elinden tutmuştur. Yazı bulunduğu için
şiir yazılabiliyor . Yani sanat yapabilmek için bilimin mükemmel zamanlaması diyebiliriz
buna . Ya da mağaradaki avcımızı düşünelim . Mızrağın avcılıkta bir faydasını olduğunu
keşfettikten sonra geyik avlayabilmiş ve geyiği avladıktan sonra resim yapabilmiş .
Metinin başında şöyle bir cümle vardı “Mühim olan başlangıç ve son arasındaki zamanı
nasıl ve hangi amaçla değerlendirildiğidir. “ Nasıl olan kısmı sanatın içinde olup
olmadığımız belirler . Hangi amaca gelince sanatı kullanmak istemeyenler at gözlükleriyle
yaşamlarını sürdürmeye mahkumdurlar . Çünkü sorgulamazlar , mutlak itaatle onlara
verilenlerle yetinmeye çalışıp bunun kaderleri olduğuna inanarak yaşamlarını
sonlandırırlar.
Charles Darwin bunu şöyle özetliyor : ” Bilim ve sanat kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki
kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur… ‘Tavuk
toplum,’ önüne atılan yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile
olmaz!
İnsanoğlunun hatta kainatın varlığı bile başlı başına bir sanatken , fikirleri tasarlamak,
sanata dönüştürmek , bu süreci merkezden yönetmek ve bunu bir kişiye veya bir topluma
anlatarak onları da bu sarmala dahil etmek tam anlamıyla sanat içinde sanattır.
Yorumlar
Yorum Gönder